O’nu özlüyorum…
O dediğim
üçüncü tekil şahısa indirgediğim acımasız deprem
bir zamanlar -çok da değil üstelik daha dün gibi-
birinci çoğul şahıs oluşumu sağlamıştı…
oysa 2. tekil şahıstı hep
gittiği gün söküldü rütbeleri…
O dediğim, O diyerek aşağıladığım, sağ yanımdı!
Felçli bir göçebe gibi düştüm yollara o gidince…
Elinden oyuncağı alınmış ve eli yüzü çamura bulanmış zavallı bir çocuktu gözlerim…
Bir şehre, gecenin geç saatleri, yalnızca kokusunu duymak için giren
ve hapçılar tarafından bıçaklanan bir gezgindi ruhum…
boktu püsürdü…
benzetmeye çalışmalarım edebiyatın arkasına saklamaya yetmedi yüzümü…
Ne Maraş Otu‘na ne Sarısabıra…
Ne acıkmaya ne de susamaya…
Ne kalabalığa ne de yalnızlığa…
Ne ölmeye ne de yaşamaya…
O; hiçbir şeye benzetilemiyordu…
Sadece bilmek zorunda kalanların öğrendiği bir lisan-ı hafiydi gözleri…
Elimden başlar saçdiplerime dek söverdi…
Gözlerinde peri kızları, bakışlarında engizisyona rest çeken cadılar beslerdi…
Her attığı adım küfürdü, ettiği her yemin büyü!
Gözleri gözlerime çivilenince halt yemişti Süleyman’ın mührü!
Kâbil kadar hırslı girdim bu aşka, Hâbil kadar yara aldım…
Anladım! Anladım! Anladım!