Mitolojiden Çıkış

Haşari bir çocuk gibi koştura koştura çıktın gittin hayatımdan! Utandım gidişinden, utandım kendimden, utandım seni sevişimden! Kırmızıya tapınan azgın bir boğayken, sarıdan başka din tanımayan bir aslana sapladın boynuzunu! İki harften ibaretti ilişkimiz, belki şın belki de kâf! (Şın aşkın başladığı, Kaf ise bittiği yer… / ikisinin arasında kaç harf varsa aşk o kadar sürer …) Ölü bir bedeni öper gibi dudaklarımı son kez sana uzattığımda, iki harften ibaretti aşkımız: belki şın belki de kaf!

Alef yoktu başında, Ares yasaklamıştı bu harfi kendisine tüm tapınanlara! İki harften ibaretti bu yüzden seninle aşkımız: belki şın belki de kaf !

Bak işte gittin; şimdi tüm kız çocukları âşık olmak için yeni bir baba arayacaklar kendilerine, huysuz Elektra’ya inat!

Ve yeniden ilan edecek yaşlı Khronos gecikmiş saltanatını! Artık yalnızca Chaos emzirecek yeni doğan kız çocuklarını ve Zeus yararak çatlamış alnını, aniden ediverecek şimdi gecikmiş intiharını!

Bak işte gittin; küçük periler ağıtlar yakarak kendilerini Olympos’un tepesinden aşağıya bıraktı! Bak işte gittin ve değişti gitmek fiilinin bile anlamı!

Bilirsin; gezer durur tüm tanrılar Rho ile Sigma arasında! Bazen Alfa geliverir başlarına, bazen ise ortalarına Omega! Ve bizim seninle aşkımız zaten imkansıza karşı kalkışılmış küstahça bir hakaret değil mi sanki Eros’un Ares’ten peydahladığı?! Evet, ne kadar zorsa Eros’un çocuk doğurması, o kadar zordu aslında babası Ares olan bir aşkın yaşaması!

* * *

Bak işte gittin! Suskunluğa gömüldü gece! Karanlık, köpek uğultularını fon diye seçmişken kendisine ve kocaman bir bunalıma dalmışken tüm şehir, paramparça oluverdi dilimdeki her hüzünlü hece…Yazacak şiir yok; anlatılacak olan acı sığmıyor artık dizelere…

Birdenbire yalnızlığa gömülüverdi gece! Bir şeytan nasıl hissederse kendisini Kâbe’de, en az o kadar yalnızım bu gece bu şehirde!

Yazacak öykü de yok; anlatılması gereken sancı tanımlanamıyor hiçbir kelime ile! Umutlar mezarlıklara gömüldü; şizofrenik bir kimsesizliğe mahkûm olmuşken tüm duygular, yıkılsın ulan evler, yansın ulan arabalar, kurusun tüm Deniz’ler! Bilinmedik bir lisanda akarken sevgilinin acı dolu sözleri telefonun diğer ucundan, açılsın ulan yeniden perdeler ve başlasın OYUN! Katlanılmaz bir çığlık gibi dolarken kulaklarıma sessiz hıçkırıklar, bu oyunda ilk kâğıdım aşk, son kâğıdım ihanet!

Kopuk kopuk dökülüveren kelimeler, kaleme tanıdık, kâğıda yabancı! Neden hırçınlaştık bu kadar?! Nereden çıktı bunca acı?!

Köpük köpük dökülüveren gözyaşları, gözlerime aşina, yanaklarıma yabancı! Neden yapayalnız kaldık bu kadar?! Neden artık dudaklarımız yalancı?!

Yazılacak roman yok! Anlatılması imkânsız bir karmaşa yüreğimi zincirlere vuran bu acı!

“Bana şiir yazma!” diyorsun, “Her şiirin yeni bir umut; çarpmasın gözlerim el yazına, umut verme bana yazdıklarınla!”

Yazılacak şiir de yok! Anlatılmaması gereken vahşi bir acı bu yüreğimi dilimden dilim dilim soğutan!

Suskunluğa gömülüverdi ruhum! Hiç gidilmemiş bir ülkeden sınır dışı edilmiş zavallı bir çocuktum! Sözlerin beni küçük bir çocuk gibi sardı! Sardın, sarmaladın beni; önce saçlarımı okşadın sonra ateşe attın savunmasız bedenimi!
Yalnızlığa gömülüverdi ruhum!

“Gitme! Gitme! Gitme!” diye yalvardım sana, yalvardı çocuk gözlerim, kimsesiz ellerim ve hırçın dilim! Dilim dilim doğranırken dudaklarımda kelimelerim, döndün arkanı ve gittin!

Bıraktın beni; tüm müritlerini kaybetmiş zavallı bir peygamber gibi!

“Ben gitmedim ki; bak yanındayım, devam ediyor bu ilişki!”

Gitmek, terk etmek midir ki sadece?! Gitmek, bitirmek midir bir ilişkiyi “kağıt üzerinde”?!

Seçtiğin her kelime biraz daha kanatarak ruhumu, çizdi terk edilmenin portresini ıslak gözbebeklerime!

Gittin sevgilim! Dudaklarına kan rengi bir ruj gibi sürdüğün o çirkin kelimeler tasdikledi gidişini! Uzattım ellerimi; “Düş!” dedin… İntihar, düşülmesi gereken en son bataktı. “Düş!” dedin… Zavallı ellerim uzanır sandı parmaklarına! Uzanamadım! Zavallı gözlerim utanır sandı yaşadıklarına! Utanamadım! Büyük bir acıyla izledim gidişini! Gittin sevgilim! Yalnızlığına terk ederek bir şizofren şairi; “Yetemeyeceğimi anladım. Anlamı yok artık uğraşmanın!” dedin.

“Bırak beni, kapansın telefon; sabahlara kadar ağlayacağım! Her şeyi yaptım seni mutlu etmek için, hiçbirini görmedin, duymadın, umursamadın! Bırak şimdi ben gözyaşlarıma boğulayım, teselliyi yalnızlığımda arayayım…” dedin!
Gittin sevgilim! Görmüyor gözlerim, kalem akıp gidiyor kâğıt üzerinde; tutmuyor inan ellerim! Yapayalnız kaldım senin için inşa ettiğim tapınağımda!

Gittin sevgilim! Her kavgamız bir öncekinden daha kısa; her kavgamız bir öncekinden daha yıkıcıydı! “Kaybetme korkusu mu kalmış kelimelerinde?” diye sorunca ben büyük bir umutla, “Sende hiç kalmamış!” dedin!

Gittin sevgilim! “Aynı şeyleri duymaktan sıkıldım! Yeter artık!” dedin! “Yetmiyorum! Yetmiyorum! Yetmiyorum sana; kahretsin!”

Kâbe’nin üzerindeki örtü bile saklamaya yetmez şimdi günahkâr bedenimi senin acımasız sözlerinden!

Krallığım yıkıldı, kaybettim tüm TOPRAKlarımı; yalnızca sözlerimden fışkıran ATEŞ kaldı!

Gittin sevgilim! Kaç yüzyıl ağlamam gerek şimdi söndürmek için bir alev topuna dönen dudaklarındaki yangını?!

Gittin sevgilim! Ayaklarından tutup, camdan aşağıya sallandırıyorum şimdi yalnızlığımı! Ve anlatacak tek bir kelime bile yok aldanmışlığımı!

Sen başkaydın! Sen; yapmazdın!

Özledim varlığını! Varlığın ki bir cennete çevirirdi ağlamaktan sırılsıklam olmuş yalnızlığımı!

Gittin sevgilim! Kan çanağına döndü gözbebeklerim; o çanaktan gözyaşı içtim!

“İstesem umursamazdım seni; zavallı bir yaratığa dönerdin! Yaptım bunu eskiden, yine yapabilirim istesem!” diyerek kocaman tehditler savurdun gecenin orta yerinde! “Boşuna bu böbürlenmen! Kral değilsin ki sen! Ne farkın var sanıyorsun diğerlerinden?!” der gibiydin!

Rakının hikmetine sığınıp yakılan sigaralara durmadan bir yenisini ekliyorum! Yazmamaya çalışıyorum! Gidişinle bir cehenneme dönen hayatımı, dizelere bile gömmek istemiyorum!

Yalan çünkü YALAN! Anlıyor musun? Her şey yalan! Gidişin rüyalardan bir rüya! Uyanacağım ve uyanınca bu rüyaya dair hiçbir şey hatırlamayacağım! Buna inanmak istiyorum!

Yazamayacak kadar yorgun, ağlayamayacak kadar aşığım! Belli belirsiz özlüyorum seni!

Yitirdim özlemlerimi; avuçlarım üşüyor! Baktığım her papatya “Artık sevmiyor!” diye haykırıyor!

Artık, artık bir yemek gibi atılıyor yorgun bedenim dudaklarından şehvet damlayan ucuz fahişelerin önüne!

Sevgi dileniyorlar çürümüş gözlerimden! Biliyorsun: verecek sevgim kalmadı! Hepsini sana verdim!

Gittin! Bir tek İstanbul şahittir nasıl parçalandığına çocuk kalbimin!

Anlatacak tek bir kelime bile yok yaşadığım acıyı! Şairlikten istifa ettim, eğildim ayak parmaklarını öptüm; istiğfar ettim! Yine de durmadın; gittin, gittin, gittin! Övündüğün güzellik nereye kadar yetecek sana?! Düşünmedin! Düşünmedin! Düşünmedin! Gittin sevgilim! Sığındım yalanlarıma… İçimi durmadan tekmeleyen acı, insan yaratılmış olmanın derin ıstırabı! Unuttum tüm kelimelerimi… Dudaklarıma kadar gelip de yut(kun)mak zorunda kaldığım acı, içimde durmadan arttırdı şiddetini!

“Unutuyorum, unutmak en iyisi!” dedin, unutmayı başaramadığım acılarımdan, kocaman bir düş kırıklıkları koleksiyonu yaptım! Sustum! Susmaya mecbur bırakılmış acılarım direnişi sürdürdüler, hafızamı kaybettim yine de unutamadım!

Kızgınlığın ve kırgınlığın koyu bir zehir gibi sürülünce ÇATALLAŞAN DİLİNE, hızla atılıp öptüm seni; dudaklarını yalama diye!

Suskunluğum acı bir çırpınışa dönüştü! Kaybettim inançlarımı, kaybettim umutlarımı… Ellerim tutmuyor, konuşmaya yanaşmıyor dilim… Bir küfür gibi çarpıyor artık kulaklarıma sesin!

Ters dönmüş bir kaplumbağa gibi çırpınarak ağladım tehditlerin kulaklarımı delip geçtiğinde!

Ne kadar da kolay çıkıyordu dudaklarından: “Her şeyimi sana verdim!”

Bu cümleyi ne zaman duysam, zihnimin karanlık zindanlarına mahkûm ettiğim şeytanlar tarafından fısıldanıyordu durmadan kulaklarıma nasıl aşağılık bir yalancı olduğun! Oysa ben duymuyordum, dinlemiyordum, her saat başı bir şeytan kesiyordum; “Avuçlarım kanıyor…” diyordum sana da sorduğunda! Hiç umursamadan aldattın beni! İçine gönüllü bir halde atladığın bu aşağılık günah, yalnızca ölümlülerin kalkışabileceği kadar alçak, yalnızca ateş ile tehdit edilmişlerin göze alabileceği kadar yasaktı! Ah, zavallı bir ölümlü değilim ki ben! Bu yüzden hiç dokunmamalıydım iğrenç tenine; söyle, nasıl kaldırırdı narin ruhum tenine dokunmuş olmanın ıstırabını…
İntihar bile kurtarmaz artık beni!

Bir an önce beni bırakıp gitmek istediğin belliydi! Ben zaten senin ne olduğunu, kim olduğunu biliyordum! Ama muhtaçtım; yalan da olsa muhtaçtım “Seni seviyorum” cümlesini dudaklarından duymaya!

Hep öyle yapmışlardı: “Seni sevdim, gerçekten sevdim; ama bitmeli bu ilişki!”

Neden peki? Neden? Neden? Neden? Beni sevmiştin! Tıpkı diğerleri gibi! Onlar da sevmişti ama gittiler! Sen “Ben onlara benzemem, gitmeyeceğim!” diyerek hayatıma girmiştin… Gidişin diğerlerinden daha acımasızca oldu!

Aldatılmak bir terk edilme biçimi midir? Evet, hanımefendi; size bas bas bağırarak söylemiştim:

“Şizofreni sadece dizelerde güzel…”

İyi yazıyormuşum, öyle diyorlar! Sen de öyle derdin! Sadece parmaklarımdan kaleme süzülen gözyaşlarımdı oysa şiir diye insanlara yutturmaya çalıştığım zehir! Sen, o şiirlerin nasıl yazıldıklarını gördün! Yanında yatan adam, senin çıplak bedeninle uğraşmak dururken, yataktan fırlayıp koskoca şiirler yazardı! Sen, garip garip bakardın!

Evet, tüm diğerleri gibi, gitmeyi seçtin! Çünkü sen de şiirleri sevmeyi seçtin; şairin sevilecek bir yanı yoktu! Şair çirkindi, utanmadan derdin bir de:
“O kadar da çirkin değilsin!”

Şair gece yarıları kalkar, aynalar kırardı, sen uyurken bileklerini keserdi… Sen sabah uyandığında kanla yazılmış şiirler bulurdun yatak odanda…

Hatırla! Bir zamanlar kraliçe arıları kıskandıran bir bal damlardı tüm parmaklarından… Giderken ise hiç duyulmamış küfürler dökülüyordu kan çanağına dönmüş dudaklarından!

Gittin sevgilim! Ateşin ortasında kalmış bir akrep gibi kendime sapladım zehirli iğnemi, beni yapayalnız bırakıp gittiğini hissettiğimde!

Oysa bilsen ne kadar çok ihtiyacım vardı beni sevdiğini bilmeye! Bomboş bıraktığın bu köhne tapınağa bir küçücük mum dikmene!

Hırçınlaştı kelimelerin; saldırganlaştın! Karşında duran adamı normal bir insan sandın! Yanılgılarınla kurdun cümlelerini, hırsla seçtin her kelimeni…

Gittin sevgilim! Tüm diğer kaybedenler gibi…

Yasaklanmış bir duayı nasıl mırıldanayım şimdi bir kıyamet gibi örtülmüşken üzerime göğün kanayan gözbebekleri?!

Tüm diğerleri gibi; gitmeyi seçtin! Gitme diye yalvarmadım sana, söz verdim kendime dönmen için ağıtlar da yakmayacağıma! Yalnızca bundan sonra doğan hiçbir kız çocuğuna verilmeyecek tek isim olarak yazıldı adın saatli maarif takvimlerinin jenerik sayfasına…

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top