Bir Yazar Neden Defter Tutar?

Yazıya başlarken, daha en başından belirteyim ki, başlıktaki sorunun cevabını biliyorum da bu cevabı açıklamak üzere bu yazıyı yazıyor değilim, amacım bu soruya bu yazıyı yazarak bir cevap bulmaya çalışmak. küçük İskender yazma pratiği için şu cümleleri kullanır, “Yazma eyleminin kendisi hiçbir soruya cevap oluşturmaz : Yazmak istemek, yeterlidir. Yazdıklarınızın fuzuli olduğunu düşünseler de, yazmak istemek gerçekten yeterlidir.”[1] Bu tümüyle açıklayıcı sözlere katılıyorum. Aslında yapmak istemek bir çok şey için yeterlidir. Hemen, şimdi ve burada ilkesi uyarınca yazabilir bir insan.

Ama yazmak için bir çok yol varken, özellikle bir deftere, hem de tarihlerle birlikte, düşüncelerini düzensiz bir sırada, yani doğaçlama bir şekilde, yazmak istemenin gerekçesi nedir. Bu soru Freud’a sorulmuş olsaydı, büyük ihtimalle bunun bilinçaltında baskılanmış olan cinselliğin dışavurumu amacı ile gerçekleştirildiğini öne sürecekti. [2] Bunu herhangi bir yazara söylemeye kalkarsanız,sizi en iyi ihtimalle kibarca başından kovacaktır. Peki bastırılmış duyguların bu yazma eyleminde herhangi bir etkinliği yok mudur? Buna cevap vermek için bu tarz şeyler yapan insanları ciddi bir şekilde incelemek gerekmektedir.

Sadece yazmak istediğim için mi yazıyorum tüm bunları? Hiç sanmam! İstiyorum ki, insanlar bana önem versinler, birileri [3] benim iç dünyama bakabilsin.

Yani daha açık konuşmak gerekirse, kendimi önemli hissetmek için yazıyorum galiba. Bunun sorumlusu yatak odasında kendimi önemsiz hissediyor oluşumsa eğer [4], insanların beni önemli biriymişim gibi algılamalarını istiyor olmalıyım. “Kelimelerin çok büyük bir yararı da düşüncelerimizi gizlemeleridir.” der Voltaire. Demek ki, kendi hayatımla ilgili ciddi sorunlarım var ve bunları gizlemek için kelimelerin arkasına sığınıyorum. Bunu da başkaları beni kendisinden üstün zannetsin diye yapıyorum. [5]

Şimdi neden yazdığımı bir kenara bırakarak neye yazdığım üzerine yoğunlaşalım. Belki bu bize neden yazdığım konusunda da bir fikir sağlayabilir.

Kağıtlarına yazdığım defter, mavi kaplı, şık bir şekilde ciltlenmiş kalınca bir defter. Defterin sayfaları birinci hamur kağıttan yapılmış ve önemli şeylerin yazılması için satışa sunulduğu her halinden belli. Bu bir ajanda falan da değil üstelik, sayfalar düz, çizgisiz, bembeyaz kağıtlar, defterin bir de ayracı var, son kaldığın yeri bulmana daha fazla yardım eden. İlk başta deftere yazı yazmak için kurşun kalem kullanmayı düşündüysem de, “İleride ölünce meşhur olma ihtimalim var,[6] şimdi ben bu deftere kurşun kalemle yazarsam yazıların silinme riski var, bu el yazmasına bir ton para verecek bir hıyar mutlaka çıkacaktır…” gibi düşüncelerle hemen vazgeçerek mavi bir tükenmez kalemle yazmaya başladım.

Böyle bir deftere, tükenmez kalem kullanarak yazmanın tek avantajı, daha uzun yıllar yazıların silinmemesini sağlaması. Bunun dışında yazdığım ve geri dönerek okuduğumda beğenmediğim yerleri silemeyerek üstünü çizmeme yol açması, her zaman mavi tükenmez kalem bulunamayacağı için ilerleyen sayfalarda yazı renginin değişmesi ve daha bunun gibi bir çok dezavantajı da var tabi ki[7]. Halbuki çok geçmeden tüm bunları bilgisayar ortamına geçireceğim. Dediğim gibi defteri sırf artistik nedenlerle kullanıyorum.

Bir saniye, doğruyu söylemiyorum! Yani bu yazıyı yazdığım mavi kaplı bir defter falan yok ortada, yazıyı doğrudan bilgisayara yazıyorum.

Demek ki yalan söyleme gibi bir ihtiyaç oluşmuş bende. Bir insan neden yalan söyleme ihtiyacı duyar? Yoksa başarısızlığını gizlemeye çalışmak istediği için mi? Freud bu konuda da mı haklı yoksa? Hayır! Olamaz! Bu kadarı da fazla! Freud her şeyi bu kadar iyi tespit etmiş olamaz! Bu mümkün değil![8] Yani diğerlerine yaptığım işin önemli olduğunu göstermek için, hiç utanmadan yalanlar söylüyorum. Bunu neden yapıyorum bilmiyorum, çünkü bir yazıyı doğrudan bilgisayara yazıyor olmak ile mavi kaplı şık bir deftere yazmak arasında ne gibi bir fark olabilir ki. İlki okuyucuya daha bile cazip gelebilir. “Vay be, adam hem yazar, hem bilgisayar uzmanı hem de gecenin bir saatinde hiç üşenmeden oturmuş yazı yazmış!” izlenimi uyandırabilir. Ancak ben yalan söylemeyi tercih ediyorum. Kendimi mavi kaplı bir deftere yazıyormuş gibi hissetmek istiyorum, aslında bunu yapmak da zor değil. Gidip hemen mavi kaplı bir defter alarak aynen istediğim gibi yazıyı ona yazabilirim. Ancak bunu yapmak yerine yalan söylemeyi seçiyorum. Bu nedense daha cazip geliyor.

Bu psikoloji tüm deftere yazdıklarım boyunca sürebilir mi? Yani yazdığım şeyler aslında benim gerçek düşüncelerimi saklamak için bahsettiğim şeylerden oluşabilir mi?[9] Eğer bu şekilde gelişirse, elimde sadece bir maske olur, bu maskeyi takıp sokağa çıkabilirim. Tıpkı herkesin yaptığı gibi.

Hiç kimse ama hiç kimse kendi vücudunu beğenmez. Mutlaka bir kusur vardır. Aynı şekilde hiç kimse gerçek düşüncelerini de beğenmez. Düşüncelerinin önemsiz ve basit olduğunu sanır. Bu nedenle daha farklı düşünüyormuş gibi davranmayı seçer insanlar. Bu tümüyle bir kaos yaratır. İnsanlar hep olduklarından farklı görünmeye çalışıyorlarsa eğer, ben de bir yazar olarak yazdığım şeylerde kendimi olduğumdan farklı gösterebilirim demektir. [10]

Sonuçta açık konuşmak gerekirse, normalde diğer insanların karşısında hiç çıkartmadığım gözlüklerimi çıkartmış[11], mavi pijamamı giymiş[12], bilgisayarın karşısına geçmiş bir şekilde, bir yandan çayımı yudumluyor, diğer yandan sigaramı içerek burada ahkâm kesiyor olmam kimseye enteresan gelmeyecektir. Hatta bunları bu şekilde yazdığımı görseler[13], büyük ihtimalle kimse alıp okumaz bile.

Okuyucu,yazarı, kendi kafasında farklı bir şekilde canlandırır. Sıradan bir insan olarak başka bir insanı etkilemeniz gerçekten çok zordur[14]. Bu nedenle farklı görünmeye çalışıyorum ve bunun için yalan söylemekten bile çekinmiyorum.

Bu,kendisini önemli göstermek için yalan söylemekten bile çekinmeme sendromu, genellikle bir roman yazarken ortaya çıkar aslında. Yazar karakterlerden birini kendisine çok benzetir[15], yani onu o şekilde modeller, ardından o karaktere yapmak istediği şeyleri yaptırır, bunu bilinçli ya da bilinçsiz olarak yapar. Bir cinayet romanı yazan yazar, katile işlettiği cinayeti aslında kendisi işlemiş gibi hisseder, kendisini romana kaptırır ve kişisel bir doyum yaşar. Okur da romanı okurken kendisini katil yerine koyar ve cinayeti kendisi işlemiş gibi bir kişisel doyum yaşar. [16] Alan memnun, satan memnundur. Ancak bu doyum, gerçek bir doyum olmaktan oldukça uzaktır. Acıktığınız bir zaman, gözlerinizi kapatıp aklınıza çok güzel bir yemek yediğinizi getirirseniz ve bunu tüm ayrıntılarıyla kafanızda canlandırırsanız kesinlikle doymazsınız, aksine açlığınız daha da artar. Yalan söyleyerek, ya da kurgunun arkasına sığınarak sağlanan doyumlar da, ancak bir yanılsamadan ibarettir; kişinin açlığını arttırmaktan başka bir işe yaramaz.

Tabi, eğer bir yazar çok güzel bir yemeği tüm ayrıntılarıyla tasvir etmişse ve siz de bunu okuduktan sonra ağzınız sulanarak bu yemeği  yemek istemişseniz kesinlikle bunu saklama ihtiyacı duymazsınız. “Adam amma güzel anlatmış yemeği, canım çekti.” diyerek etrafınızdakilere bile bunu söylemekten kaçınmazsınız. Çünkü acıkmak kesinlikle doğal bir ihtiyaçtır, herkes buna saygı gösterir.

Ancak gel gelelim,yazar bir cinayetin işlenişini tüm ayrıntıları ile açıklamış ise, sizin de canınız bir cinayet işlemek ister ama bu düşünceyi derhal bilinçaltınıza gönderirsiniz. Çünkü cinayet işlemek suçtur.[17] Ancak bunu bilinçaltınıza göndermiş olmanız bunu istemediğiniz anlamına gelmez!

Demek ki, yazar, yada birey, kendisini baskı altında tutarak bazı isteklerini dışarıya bile yansıtmaktan çekinirken, bazı isteklerini özgürce belirtir. Bu defteri yazmamdaki en önemli nedenlerden biri aslında “gerçekten ne düşündüğümü” görmek. Ancak bu kendi kendimle baş başa olsam bile oldukça zor gözüküyor.

Tıpkı rüyalarda olduğu gibi, rüyalar bize gerçekten ne istediğimizi söylerler, ancak ya bunu çok dolaylı yollardan anlatırlar ve olayları sembolize ederek yansıtırlar ya da o kadar açık mesajlar halinde ortaya çıkarlar ki, uyanınca onları anında unutmak isteriz.[18] Rüyalarda kendimize bile itiraf edemediğimiz gerçek isteklerimizi yaşarız ancak bunlar bazı çarpıtmalara uğrarlar.[19] Gerçekler çarpıtılmadan yansıtılamayacak kadar çıplaktır. Bu nedenle her yazı, tıpkı her dış bildirimde olduğu gibi, yazarının kendi gerçeklerini çarpıtması sonucunda ortaya çıkar. Buradaki fikirlerin gerçek temellerini tespit etmek ise büyük ihtimalle olanaksıza yakındır. [20] Bu nedenle gerçek temellerini bırakarak içerdikleri anlama yoğunlaşmak en faydalısı olacaktır.

Neden yazdığım konusunda bunca şey yazmama rağmen halâ bu konuda net bir fikrim olmadığı gibi ne yazacağımı da tam olarak bilemiyorum. Yani bu defterde nelerden bahsedeceğim gerçekten büyük bir muamma. Bırakalım da bunu zaman belirlesin.

 

15.09.2003 03:13


1Bkz. küçük İskender, Çürük Et Deposu, Sf: 7, Adam Yayınları, İstanbul, Birinci Basım, Ağustos 2001.
2Şaşırtıcı ama gerçektir: Freud her şeyi bu tezle açıklamıştır! Ve buna kimse, “Hayır, efendim öyle değil, böyle oluyor…” diyememiştir, diyenlerde ciddiye alınmamıştır. Olay,”Delinin biri kuyuya bir taş atmış, 40 akıllı çıkaramamış” vakasına dönmüştür.
3Bu birilerinin gerçekten kim olduğu çok da önemli değil!
4Allah’ım bunu kabul etmek ne kadar da zor! Bu Freud nasıl bilebiliyor bunu? Oysa kimseye de söylememiştim.
5Bu korkunç bir gerçek! Ve ben bununla yüzleşmeye henüz hazır değilim!
6Yaşarken meşhur olma ihtimalimi hesap etmekten vazgeçeli çok oluyor…
7Bu dezavantajlardan dolayı açık arttırmada defterin fiyatı düşecektir mutlaka!
8Ya da halâ yalan söylüyorum! Başarısızlığımın faturasını Freud’a kesmeye çalışıyorum.
9Neden olmasın ki? Bu tarz defterler yazanların birçoğu farklı bir şey mi yapıyor sanıyordunuz yoksa?
10Hem bu daha da kolaydır bir yazar için…
11Gözlüksüz daha çirkin gözüküyorum. Gözlük daha bir “yazar” havası katıyor bana. Yoksa numarası bile o kadar düşük ki.
12Yoksa pijamamın mavi olduğu da mı bir yalan? Hayır, gerçekten koyu mavi bir pijama var üzerimde…
13Allah’tan bir kitabı almadan önce yazarın o kitabı nasıl yazdığını gösteren bir teknoloji – henüz –  yok.
14Yazdığınız bir defterin yayınlanmış olması da okurların bir kısmının kafasında sizin önemli bir yazar olduğunuz izlenimini uyandırabilir. Mesela %99’unda!
15Buna edebiyat aleminde autofiction yani özkurmaca adı verilir. Ayrıca, bu tarz dipnotları atma nedeni de “Sen bilmiyorsun ben biliyorum!” şeklinde bir kendini kanıtlama çabasından başka ne olabilir ki?
16Bazı salak okurların kendisini maktul yerine koyduğu da bilinen bir gerçektir.
17Kime göre? Neye göre?
18Yaptığınız şey sadece yapmak istediğiniz şeydir. bir şeyi gerçekten yapmak isterseniz anında yaparsınız. Rüyaları bir anda unutmamız bunun en önemli kanıtlarından biridir.
19Rüyalar konusundaki bu fikirler Freud’a aittir, desem herhalde dipnotları okuyanlarınız hiç şaşırmayacaktır.
201/10 üzeri 50’den daha düşük ihtimaller matematiksel olarak olanaksızdır.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top