Gittin! Gelişin değil, gidişindi anlatılması gereken uzun hikâye! Tedavisi mümkün bile değildi başlatırken, sonunu bir an bile durup düşünmediğin bu kanserojen aşkın! Vazgeçmek imkânsız, sürdürmek çok zordu… Önümüz cehennemdi, arkamızsa uçurum! Bir adım bile atacak olsak kopuverecekti bacaklarım… Hiçbir dilde yok karşılığı şimdi gözbebeklerimi tırmalayan bu acının!
Aklım duruyor böyle anlarda; örneğin gidişini anlatmaya kalkıştığımda! Karanlık bir odada yapayalnız kalmış küçücük bir çocuk gibi kendime sarılıp, sessizce sığınıyorum yanaklarımdan süzülen ılık gözyaşlarıma… En çok bu anlarda intihar geliyor aklıma! En çok böyle anlarda çıldırtıcı bir acı saplanarak içime darmadağın ediyor aklımı! Anlatamıyorum sana! Bildiğim hiçbir kelime yetmiyor içimde biriken acıyı aktarmaya!
“Unut” diyordun! “Unut ve yum gözlerini!”
Nasıl unutabilir ki bir peygamber kendisine inen vahyi?!
“Unut,” diyordun hiç utanmadan, “Unut artık sana acı çektiren her şeyi!”
Oysa, Yusuf’un atıldığı kuyuda gördüğü o korkunç rüya, şimdi durmaksızın kurşunlar sıkan ıslak gözkapaklarıma!
Musa’nın asasından çıkan aç ejderha şimdi sözlerin, kendisini BÜYÜCÜ sanan zavallı bir şaire kim olduğunu hatırlatan! İsa’nın avuçlarına çakılan paslı çivi şimdi pişmanlığın! Çarmıha gerdikleri peygamberlerinin kanını içerek ŞÜKRAN sunan bir kavim kadar günahkârsın…
Ve ben günaha saplanmış kavmini yola getirememiş melankolik bir peygamber gibi yazıyorum artık tüm şiirlerimi! Her şeyden vazgeçiliyor da yazılmıyor ki peygamberliğin istifa dilekçesi!
Gittin! Çapraz bağlandı ayağım, elim! Parmaklarım tenimin neresine değse, yanıverdi parmak izim! Yoruldum! Yoruldum! Yoruldum!
Dinmek bilmiyor, bir an bile unutulmuyor bu acı! Yetmiyor 29 harf tarif etmeye! “Acı” yeni bir harf olarak eklenmeli artık alfabeye! Çünkü acı ile başlıyor ve acı ile bitiyor her kelime!
Gittin! Acı, tenimde veriyor bu kez imtihanını! Acı, ellerimi boydan boya tutuşturdu… Bakışlarım sustu; bakışlarım, ellerimde çıkan yangının dumanında boğuldu! Bir infilak oldu yine bakışlarım; bakışlarım, avucumun orta yerine düştü…
Ellerim şimdi avuçlarımdan taşıyor da, yine de taşıyamıyor durmadan akan gözyaşlarımın ağırlığını… Yaşamaktan imtina ettiğim acı, etimde veriyor en zor imtihanını!
* * *
Ihlamur ağaçlarının gölgesinde yatıyor şimdi, yeni öldürülmüş çocuk cesetleri ve toprak kokan sigara izmaritleri; bir de benim ölümü bekleyen zavallı bakışlarım tabii!
Etrafıma biraz daha dikkatli bakınca, büyük bir korkuyla anlıyorum ki; yokluğunla amansız bir harp ederken harap etmişim meğerse kendimi!
Elini kolunu deri kayışlarla bağlayıp ameliyat masasına yatırdığımız bu doğuştan sakat aşk, çirkin bir kadavra artık!
Vur şimdi istediğin kadar, elindeki paslı neşteri bedenimize ve kapat narkoz hortumunun vanasını: Fazla narkozdan öldü yoğun bakıma aldığımız aşk!
Bilemedik onunla beslendiğimizi, göbek bağımızın ona bağlı olduğunu! Şimdi otopsi yapmak düşer bize, bakır taslardan ekşi kanlar yudumlamak bir de!
Boşver; silme artık terimi, uzatma bana elindeki kanlı neşteri!
Bitti bu başarısız aşk ameliyatı, çek gözlerimden gözbebeklerini!