Azâzil’in Günceleri’nden çaldım elbette, kulaklarına fısıldadığım o muhteşem şiirleri! Hatırla; 2007 kapkara bir kâbus gibi örtmüştü üzerimi!Mutluluk, çoktan vize vermeyi durdurmuş çok uzak bir ülkeydi artık!
Aşk, hiç gidilemeyecek kadar uzak bir ülkeydi ki; orada 6 saat gündüz 365 gün gece! Yine de kollarından tutup sürükleye sürükleye getirirdim bu ülkeye GÜNEŞi duyunca bile senin ayak seslerini! Karanlık durmadan arttırırken çaresizliğimin şiddetini, merhamet dilenirdim senin zehirli dilinden; kanserli bir hasta gibi!
“Hayattaki tek varlık sebebimsin!” dedim sana, “O kirlenmiş, o eli yüzü çamura bulanmış insan müsveddelerinin arasında kocaman birer pırlanta gibi parlıyor gülümseyen gözlerin!
İnadına saf kalmışsın sen! İnadına gözyaşlarınla beslemişsin bakışlarındaki beş yapraklı yonca tarlalarını… Onlar acımasız! Onlar çok ama çok kötü! Bak! Yine cehenneme çevirdiler üstümüze dar bile gelen göğü!
Onlar ne kadar kirletmişlerse ruhlarını, sen o kadar saflaşmaya çabalamışsın. Bu yüzden onların sadece makyajlarını bozarken akıttıkları her gözyaşı, senin gözkapakların istiridye kabuğu, her damla gözyaşında tarifsiz güzellikte inci taneleri yetiştirmişsin.
Gülümseyişinden başka hiçbir silahım yok bu büyük savaşta! Gülümse yalnızca ve sabun köpüğü gibi bir anda yok oluversin içime dolan tüm karmaşa!
Ne kadar da kolay onlar için yalanla açmak oruçlarını iftira iftarlarında! Oysa bak, tek bir yalan bile tekbir getirememiş senin küçücük dudaklarında!
Susuyorum! Bir okyanus gibi aksın şimdi sevgin, susuzluktan çatlamış dudaklarıma!
Susuyorum! Sessiz çığlıklarla duyulmamış küfürler yağdırıyor gözlerim onların iğrençliklerine!
Bak! Yaratıldıkları balçıktan bile daha kirli hale gelmiş bedenleri, kaybettikleri zaman bir armağan olarak üzerlerine üflenen ruhlarını! Bak Kâl–ü Bela’dan beri hiç hatırlamaya yanaşmadıkları ruhları çoktan kabullenmiş cehennem ıstırabını!
Arının içtiği suyun tadını nasıl anlatırsın ki içtiği her damla suyu zehre çeviren yılana?!”
Parmağını sürmüştün dudaklarıma, sonra da buram buram çilek kokan yalancı dudaklarını! “Sus,” diye fısıldamıştın, parmakların saçlarımdan boynuma doğru süzülürken, “ben benzemem diğerlerine! Ben hep seveceğim seni, hep yanında kalacağım!”
* * *
Bütün yollar çıkmaz sokak; bütün acılar ezberden! Ellerim ürkek teninde kocaman bir yasak, bütün kaybedişler kendimden! İnandım yalanlarına ve bir yanlışın üç koca doğruyu götürdüğü AŞK denen bu acımasız sınavda, tüm cevaplarıma senin adını yazdım! Sustum! İçimde ardı ardına süpernova patlamaları! Sustum; dışımda ışık hızıyla akan kocaman bir hayat! Sustum; çare olmaya yetmeyince bana sorulan ZOR SORULARa adın! İşte o zaman hayat denilen bu uzun sınavda, ben tüm cevaplarımı kaydırdım!
Mabetler inşa ettim; SICAK ve ISLAK! Âb-ı hayâl emdim kaygan dudaklarından, unutulmuş bir tanrıçanın! Tapınak ilan ettim gözlerindeki cenneti, tüm vücudumu sırılsıklam yalarken dilindeki cehennem!
Okunan sabah ezanları şahidimdir ki, içtiğim gözyaşı kadar çok tattım aşkı!
* * *
Acı; yalnızca dizelerde güzel! Yüzleşmesi çok zor bardaktan tek celsede boşanırcasına yağan bu frijit gözyaşlarıyla! Şiirler güzel; şairin sevilecek bir tarafı yok! Şairin acılarını dinlemek kolay; elbette acı yalnızca başkasının acısıysa güzel!
Sustum! Ruhumda bin bir dereden getirilmiş bin bir damla gözyaşı! Ellerim, yalnızca sana şiir yazarken titreyen yaşlı bir cerrahtı!
Sustum, puslu bir sabaha uyandı içimdeki yalnız kurt! Kanımla yazdım odamın yıkık dökük duvarlarına adını! Bağıramadım! Çağıramadım! Ağlayamadım! Yalnızca sustum!
Gece aceleyle çökerken tüm şehrin üzerine, intihar etmemek için elimde tuttuğum tek umudumdun; unuttum!
Sustum, parmaklarıma dolandı hayalin; tetiğe dokundum! Sustum! Son hızla boşalırken tüm sokaklar içime, başımı ıpıslak bir yastığa koydum! Uyu(ya)madım; amansız bir kâbusu izlemeye koyuldum! Her acı yeni baştandı, bana armağan ettiğin her kâbus kabukları soyulmamış zakkum!
Sustum! Sustum! Sustum!
Dilinden çağlayan zehir çeşmesinde doldurup kanayan avuçlarımı, öyle yıkadım bu kâbustan uyanır uyanmaz yüzümü!
* * *
Büyülü sözler öğrendim sonra Melankoli Ağaçları’na yuva yapmış mahcup bakışlı dişi cinlerden ve yine o cinler sırılsıklam bir acı getirdiler bana, artık adı bile unutulmuş çok uzak bir ülkeden! Bense acıyı avucumda sıkı sıkı tuttum ve susup içimdeki Melankoli Ormanı’nı alkolle tutuşturdum! Biraz “Muz Likörü” içtim, biraz “İyiyim ben, geçer şimdi!” yalanı sürdüm yangını söndürmeye koşan orman halkının dudaklarına! Ağaçlardaki cinler çığlık çığlığa kaçışırken aklıma geliverdi öğrendiğim büyülü sözler: “Aşk artık yalnızca delilere mahsus!”
Bu sözü fısıldadım ve bir tımarhane inşa ettim ke(n)di ellerimle yanan ormanın is kokan kara küllerinden!
Büyülü sözler öğrendim yuvasız kalmış üzgün cinlerden: “Geçecek acım; üzülme sen!”