Her Kaçış Kendini Yakalar

Her kaçış kendini yakalar…
Kaçamadığın şeyler var /  şarkılarında…
Her aşk bir mavi masal; anlatılmayan!

MURAT ÇELİK

İnanilmaz bir kaçış plani yapıyorum şimdi her gece! Her gece biraz daha derin bir tünel kazıyorum kendi içime! Fikrim firarda, kendime doğru derin tüneller kazmaktayım, elimde yamulmuş bir çay kaşığıyla! Beş vakit ezan elli vakit salâ okunuyor bugünlerde İstanbul’da! Her gün elli defa ölüyorum, elli müezzin ayrı ayrı elli hüzünle okuyor salâmı! Bir Allah’ın kulu da gömmeye yanaşmıyor, durmadan ölüyor, ölüyor, ölüyorum! Kendi cesedimi yıkıyor, kendi mezarıma topraklar atıyorum!

İşte tam bu anda sımsıkı yumup gözkapaklarımı, yuvarlıyorum Akineton(48) tabletlerini içimdeki şeytan yuvalarına! Ve bir yudum koyu kıvam zemzem gibi yeşile boyuyor kanımı Diazem…

Kaçıyorum; uyuşarak unutacağıma, unutarak var olabileceğime inanarak haykırıyorum içimdeki arsız ateizmi Tanrı’nın suratına!

Kaçıyorum; kaynar kazanlarda pişirerek karanlığın karmaşasını, akıtıyorum gözyaşlarımı içimdeki İblis ırmağına!

Boşu boşuna notlar alıyorum takvime: “Son ağladığım tarih şudur…” diye! Oysaki bakışlarım durmadan kan tükürüyor sokaklara gözyaşı yerine! İçime akıttığım gözyaşlarını ağlamaktan saymıyor muyum sanki artık?!

Boşu boşuna notlar alıyorum takvime: “Son ağladığım tarih şudur…” diye! Kupkuru gözyaşlarıyla dört duvarı sabahlara dek kemirmiyor mu sanki gözbebeklerim?!

Kaçıyorum; Tozdumana katarak yürüyorum her gece hayallerimin üzerine ve devam mecburiyeti olan bir dersmiş gibi artık intihar!

Elimdeki enjektör değil, bir ihtilal bayrağı sanki: ve ben daha da hızla tırmanıyorum surların tepesine,
durmadan zehirli oklar yedikçe!

Boşu boşuna Orta Dünya’dan bahsediyorum dört duvara! Elf’lerden, büyücülerden ve cücelerden! Anlatıyorum durmadan deliler gibi seviştiğim posterleri! Namaz kılan küçük kız çocuklarını tekmelediğimi ve elbette ceplerinden kurbağalar fışkıran serserileri!

Anlattıklarım benim mahsulüm değil çünkü, kanıma karışan zehir değil mi sanki beni böyle cesaretli konuşturan?! Korkuyorum işte, deliler gibi korkuyorum yaşamaktan, direnmekten, ayakta kalmaktan!

Korktuğum için kesip bileklerimi kör bir jiletle, dört duvara kanımla haykırıyorum senin kahrolasıca adını! Ben haykırdıkça, bir ırmak olup fışkırıyor avuçlarımdan kimseye göstermemek için çırpındığım gözyaşları!

Oysa yalnız dört duvar şahit aşkıma; kanım kuruyor, duvarda pıhtılaşıyor! Kimse duymuyor! Kimse duymuyor! Kimse duymuyor! Ufacık bir ırmağa karışmaya çalışan bir okyanus oluyorum!

Deniz vardı önce, biliyorsun; sonra başkaları geldi; hep başka yüzlü, başka gülücüklüydüler ve fakat aynı yalanları ezberlemişlerdi: “Biz arkadaşız! Biz arkadaşız! Biz arkadaşız!”

Yüzlerindeki gülücükler, yanaklarındaki gamzeler ve  “Sev beni!” diye haykıran bakışlarına rağmen: “Biz arkadaşız! Biz arkadaşız! Biz arkadaşız!”

Ve acı simültane tercüme edilmeye başlandı onların bakışlarından benim ürkek çocuk bakışlarıma!

Bildiğim bir dili unutmuş gibi, karıştırmaya başladım sözcüklerin anlamlarını! Gün geldi tutamadım artık kendimi; acı, bir volkan olup püskürdü dudaklarımdan!

Edilen tüm yeminleri tozlu raflara kaldırıp; en büyük blöfümü çektim: “Görüşmeyelim! Görüşmeyelim! Görüşmeyelim!”

Adeta tek başına oturdum Rus ruletine; dayadım alnıma revolveri ve çektim tetiği! Biliyordum olmayacağını; emindim bundan! Ne kadar sessiz geldiyse, ne kadar sessiz girdiyse düşlerime o kadar sessiz çekti gitti! Onu ben gönderdim! Çekti gitti! Nereye gittiğini bilemedim! Uzattım ellerimi; yoktu! Üşüyen ellerim boşluğu tuttu!

Elimi telefona uzattım; “Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor!”

Aradığımız kişilere ne zaman ulaşılabildi ki! Biz zaten onları hep ulaşılamadıkları için aradık!

Bilirsin; o kancık kızlar kızıla boyadı benim bakışlarımı! (Akarken kan kızıldır; kırmızı kızılın tırnağı bile olamaz!) Kan damlıyor artık bakışlarımdan ne zaman ansam onların adını! “Aşk yok!” diye haykırıyorum sonra! “Aşk yok! Aşk yok!”

Kaçıyorum!

Ama kaçmayacağım artık; elbette direneceğim! Ve yeniden öğreteceğim tüm düşmanlarıma artık kimsenin hatırlamadığı lisanımızı! (Lisanımız biraz Latince, biraz Sanskritçe, belki biraz Arapça, biraz İbranice…) Düşmanım; 6 milyar insan! Çekip kılıcımı yürüyeceğim elbette yel değirmenlerinin üzerine! Korkusuzca yüzlerine vuracağım pisliklerini: Psikolojiyse psikoloji, felsefeyse felsefe!

Tek ilmim olacak yine deliliğim; beni kapattıkları tımarhanelerin rutubet kokan karanlık koridorlarına asacağım ilk bomba süsü verilmiş pankartımı:
“Aşk Delilere Mahsustur!”

Yavaş yavaş alışacağım her şeye! Elbette alışacağım alkol sofralarının ortasına pimi çekilmiş bir bomba gibi düşen ihanet haberlerine! (Hani bilir de söyleyemez ya insan; hani bilir de boynunu eğer ya! İşte öyle!)
Â(lı)şık olmanın “anayasal suç” kapsamına alındığı, âşıkların Interpol tarafından kırmızı bültenle arandığı ve aşkın seksle kirletildiği bu acımasız günlerde yasadışı bir örgüt de kuracağım elbette! Tek maddelik bir bildiri de yazacağım:
“Aşk;  Delilere Mahsustur!”

Yavaş yavaş alışacağım her şeye! Saç diplerimden parmak uçlarıma dek alkole gömülüp, sabahlara dek kanlı gözyaşlarıyla ağlayacağım! Acı çekmeyi ibadet bilip, acıların karanlık mağarasına aşkla dalacağım! Mağaranın içinde bir ateş yakacağım; saçlarımı tutuşturacağım! (Her aslan ateşe tapar; bunu bilirsin! Ateşe tapanlar cehennemden korkmaz; bırak bunu da sana şiirlerim öğretsin!)

Yavaş yavaş alışacağım her şeye! Elbette alışacağım bitmiş ucuz şarap şişeleriyle incecik bileklerimi kesmeye! Yeni şiirler var daha hiç yazılmadık! Kareli harita metod defterlerinden hırsla koparılan sayfalar
daha kim bilir kaç şiire tanık olacak?!

Başladığım roman taslakları var: hep başkahraman olarak kendimi yazdığım! Ve hep o ulaşamadığım kızlara adadığım… Ulaşamadığım kızları bana o romanlar getirecek… Orada, seveceğim kızları ben yaratacağım…

Biliyorum beni yazdıklarım kurtaracak; ıslak avuçlarımda sıkı sıkıya tuttuğum uyuşturucu tabletleri değil!

Boşuna övünüp duruyorum kafam bir milyonken yazdığım olağanüstü şiirlerle! Oysa bir yabancıdan çaldım ben o şiirleri; benim içimde yaşamını sürdüren haşarı bir şairden çaldım!

O şair ki, benim çocukluğumun katiliydi! O şair ki, kaleme dokunmak için ellerimi uyuşturucu haplara itti! Onun ana adı Akineton baba adı Eroin’di! Ortaya çıkabilmek için beni ezmesi gerekirdi; ezdi!

Bakma! Boşuna övünüp duruyorum onunla, o kocaman bir kanalizasyonu bana gül bahçesi gibi gösterdi!

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top